the secret of happiness is to count your blessings while others are adding up their troubles -william penn

I AM LEGEND


tuhaf tuhaf hayaller kurarım bazen. bir aygıtım olacak mesela, düğmesine basacağım ve o anda zaman duracak. ayrıca bu aygıtın, beni dünyanın istediğim köşesine ışınlama opsiyonu da olacak. sonacığıma, ben basıcam düğmeye new york'da bulucam kendimi. zamanı da durduracağım, istediğim gibi alışveriş yapacağım koca şehirde talan edeceğim mağazaları (diyorum, akli açıdan sonum yakındır)

herneyse, zamanı durdurup istediğim gibi alışveriş yapma hikayesi güzel ama esas konu Will Smith'in filmi: I AM LEGEND.

filmin konusu özetle şu: kanserle mücadele için yaratılan bir virüs, başlangıçta insanlığa hizmet ediyormuş gibi görünse de, daha sonra başa bela olur. dünya üzerindeki insanların çok büyük bir kısmı ölür; virüse karşı bağışıklığı olan bir grup insan ise hayatlarını sürdürmektedir. ancak geriye kalan bir grup da virüs yüzünden değişime uğrarlar ve yaratıklara dönüşürler.

filmin kahramanı Robert Neville, eşini ve kızını, Manhattan'ın boşlatılması sırasında yaşanan bir helikopter kazasında kaybeder. evinin bodrumunda kurduğu laboratuarda hastalığın tedavisini bulmaya çalışmaktadır. new york'da hayatta kalan sadece kendisi ve köpeğidir ve yalnızlığın getirdiği sorunlarla mücadele ederken bir yandan da radyo frekansından hayatta olduğuna ve dair yayın yapmaktadır.

sonu beklediğim gibi çıkmadı pek ama yine de oldukça hoşuma gitti. will smith, perdede seyretmeyi sevdiğim oyunculardan. (the pursuit of hapiness'deki performansına kelimenin tam anlamıyla hayran kalmıştım -bu filmi de yazıcam bi
ara.)

filmi tanıtmak değil aslında amacım -ama izlenmeli bu film-. yazmaya değer bulduğum şey, filmden yayılan boşluk duygusu. filmi izlediyseniz - ya da izleyecekseniz - ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.
milyonlarca insanın yaşadığı bir şehir new york. kocaman, korkutucu cadı kazanı... baş döndürücü bir hızla devinen bir şehir... durup dinlenmeye vakti olmayan, göz açıp kapayıncaya kadar değişen, binbir şekle bürünen, binlerce ışık yansıtan....
böyle bir şehri bomboş görmek çok tuhaf bir duygu.... milyonlarca insanın ayakları altında aşınan kaldırımlarda otlar büyümüş. aslanlar ve ceylanlar sokaklarda....

dünyanın sonuna ilişkin çekilen filmler korkutur beni hep... kendimi filmdeki karakterlerin yerine koyarım... o "son"u yaşadığımı düşünürüm, tüylerim diken diken olur.
şekil a: THE KNOWING. düşünün bir an; gözlerinizi kapatın ve filmin son sahnesinde, ailenize sarılıp, güneşten yayılan ısı ve radyasyon yüzünden cayır cayır yandığınızı düşünün. hissettiniz mi? korkunç!!! böyle bir anı düşündüğümüz zaman hiçbir şeyin önemi kalmıyor. para, daha iyi bir hayat yaşamak, sevdiğimiz insanlarla yapılan kavgalar... herkes ve herşey önemini yitiriyor.

sonra gözlerimizi açıyoruz -şükürler olsun ki!- bir kaç dakika önce beynimizden geçen görüntülerin yaşattığı bir anlık dehşet, ışığı yeniden görmemizle birlikte son buluyor... gerçek dünyaya dönüyoruz.... ve bir anlığına herşeye hoşgörüyle yaklaşıyoruz ama sonra yeniden önümüzde yaşanacak uzun uzun yıllar var deyip, günlük rutinimize geri dönüyoruz; ödenecek faturalar, popomuzun büyük oluşu... vesaire vesaire....

filmi izleyin.. times meydanında koşturan aslanları gördüğünüzde ne demek istediğimi anlayacaksınız ve o boşluk duygusu sizi de saracak...


5 yorum:

Prometheus dedi ki...

Ben Will Smith'in oyunculuğunu beğeniyorum özellikle şarkıcılıktan devşirme bir oyuncu olduğunu düşündüğümde. Bu filmde de oldukça başarılıydı, ayrıca film de oldukça başarılıydı. Ufak bir not: film stüdyoda ya da dekor önünde değil gerçekten NY'da çekilmiş. NY Valisinden film çekimi için belirli saatlerde izin almışlar ve o aslanları, geyikleri, çalıları vb.ni o saatlerde boşaltılan NY sokaklarına getirerek çekimlerini tamamlamışlar.
Son not: Bu arada bu film gösterimden kalkalı baya bi oldu diye biliyorum, eskidi sayılır artık :)

mavi dedi ki...

film eskidi, haklısın. ama sanırım popüler olan şeyleri, -film, albüm, kitap- popülaritesi geçip de unutulmaya yüz tutunca seyretmeyi, dinlemeyi, okumayı seviyorum :D

filmin gerçekten NY sokaklarında çekildiğini bilmiyordum. nası yaptılarsa artık, çok iyi bir iş çıkmış ortaya. milyonluk bir şehri bomboşmuş gibi göstermek epey çaba ister -naçizane fikrimce- :D

will smith'in hancock'unu seyrettim. pek geçer not almadı benden ama hoşça vakit geçirtti işte.

teşekkür ederim yorumun için :D

Prometheus dedi ki...

aslında bende de aynı hastalık var galiba, popüler olan şeylerden uzak durmayı tercih edip çok sonraları okumayı veya izlemeyi seçiyorum nedense:)
filmin NY sokaklarında çekilmesi bence de büyük başarı.

rica ederim, ben de senin yorumlarını beklerim benim blogda :D

Hayalbemol dedi ki...

Filmde ayakta kalma mücadelesi ve kaygı dolu bir gelecek korkusu var. Will Smith'in çok ayrı bir yeri var, o rol aldığı filmlere hayat veriyor. Belki I am Legend'i de çekici kılan oydu.

nox dedi ki...

filmdeki yaratıkların çıktığı sahneleri ileri almıştık; film korku filmi olmasa da çizgi filmlerden bile korkacak kadar tüylerin çok şeye diken kesilir...

hayal dünyan geniş, ama zaman makinesi değil de fırını, mikseri, ayranı icat ettiğini düşün; sanırım grev bozucular gibi sağlıklı beslenme bozucular sınıfına girebilirim...demekki neymiş, hayaller anlık, birden fazla ve farklılıklar gösterebiliyor; yoksa hayal ve ötesi bir çok şey yazılabilir...

dünyanın sonu insan ömrü ile ilgilidir, kişi göçleri bitişleri doğuşları yeşermeleri kurumaları hayatı yaşar ve sonunda topraga sırtını yasladığında yeni dünyaya adımı atar, her son bir başlangıç misali; hayat ne büyük, ne güzel, ne korkunç birşey bazı düşündükçe...

kıymet bilmeli,farkındalık görmek önemli...

 

Follow Me

Contact

Ad

E-posta *

Mesaj *

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı