Boyu pencereye ancak yetişiyor. Nefesiyle buğulanan cama burnunu dayamış, yağmur yüzünden şekilsizleşen, bir cücenin yer altındaki evine giden karmaşık dehlizlere benzeyen sokağı görmeye çalışıyor... tek başına... annesiyle kardeşinin eve dönmesini bekliyor.
Herşey o zaman başladı işte. Benliğini oluşturan ne varsa - hayalperestliği, yalnızlıkseverliği, filozofluğu, sıcacık bir gülümseyişin ardına gizlediği görünmez çelik zırhı - ayak uçlarında yükselip yetişmeye çalıştığı o pencerenin önünde, nefesiyle ısıttığı yağmur damlalarını seyredip annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken işledi hücrelerine. Yalnızlık; kızgın çeliği döver gibi biçimlendirdi karakterini.
Önce, hayal kurmayı öğrendi.
Öyküler yazdı; baş kahramanlığa kendini atadı, kötülere karşı savaştı ve kazandı. Öykülerini renklerle, seslerle yazmayı öğrendi sonra. Mutlu sonla biten filmler çevirdi pencerenin önünde. Pencerenin önünde, hayallere sığınmayı öğrendi. Gerçekler ne zaman canını yaksa, burnunu çekerek hayallerine koştu. Kendisine kaçtı; kendi düşlerinin içinde saklandı insanlardan, gerçeklerden, yalanlardan; yüreğini acıtan, kanatan ne varsa, hepsinden ve herşeyden...
Sekiz yaşındaydı; korkuyla tanıştı ilk kez ve büyüyüverdi birdenbire. Kimsesiz kalmış ıslak bir kedi yavrusuydu korku. Minicik elleriyle okşadı, minicik yüreğinde ısıttı onu.
Sonra çelik zırhını kuşanıverdi oracıkta. Korkuyu çelik zırhının arkasına gizledi; orada bıraktı. Hassas bir çocuktu oysa ki; kırılganlığını zırhının arkasına gizledi. Gözyaşları arasında gülümseyebilmeyi, sohbetlere kaldığı yerden devam edebilmeyi öğrendi. Annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken kalp kırıklıklarını, kalbinin kırıklarını zırhının ardına sakladı ve orda bıraktı.
Yalnızlığı öğrendi sonunda...
Kalabalıklar içinde yalnız olmayı öğrendi, kendinde çoğalmayı... Yalnızlık paylaşılmazdı, paylaşılırsa yalnızlık olmazdı - öyle demişti şair -; ama paylaştığında bile yalnızlıktı onunki...Sabahlara sağ çıkabilmek için kendini yalnızlığına sığdırdı. Yalnızlığında yaralarını kendi kendine sardı. Yalnızlığıyla birlikte yaşamaya alıştı; pencerenin önünde, annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken yalnızdı...
Sekiz yaşındaydı ve öyle kaldı. Sekiz yaşındaki gözleriyle baktı dünyaya; merakla, hayretle ve hayranlıkla. Afacan, herşeye burnunu sokan yerinde duramayan. Dünya yükünün altından böyle kalktı; en gizli hazinesini, kimsenin bulamayacağını bildiği için hep orta yerde bıraktı. Hiç pişman olmadı çocuk kalmaktan, sekiz yaşında olmaktan, oyunlar oynamaktan. Hayat dedikleri oyundan başka neydi ki zaten...
Böyle öğrendi hayatı; yağmurlu bir günde yalnızlığıyla oyunlar oynarken öğrendi ve hep gülümsedi. Hayallerinin omzuna başını koymuş ağlarken ve yalnızken gülümsedi. Çünkü hayata ve kendine gülebilmek en büyük erdemdi.
Sekiz yaşındaydı ve gülümsedi....
Herşey o zaman başladı işte. Benliğini oluşturan ne varsa - hayalperestliği, yalnızlıkseverliği, filozofluğu, sıcacık bir gülümseyişin ardına gizlediği görünmez çelik zırhı - ayak uçlarında yükselip yetişmeye çalıştığı o pencerenin önünde, nefesiyle ısıttığı yağmur damlalarını seyredip annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken işledi hücrelerine. Yalnızlık; kızgın çeliği döver gibi biçimlendirdi karakterini.
Önce, hayal kurmayı öğrendi.
Öyküler yazdı; baş kahramanlığa kendini atadı, kötülere karşı savaştı ve kazandı. Öykülerini renklerle, seslerle yazmayı öğrendi sonra. Mutlu sonla biten filmler çevirdi pencerenin önünde. Pencerenin önünde, hayallere sığınmayı öğrendi. Gerçekler ne zaman canını yaksa, burnunu çekerek hayallerine koştu. Kendisine kaçtı; kendi düşlerinin içinde saklandı insanlardan, gerçeklerden, yalanlardan; yüreğini acıtan, kanatan ne varsa, hepsinden ve herşeyden...
Sekiz yaşındaydı; korkuyla tanıştı ilk kez ve büyüyüverdi birdenbire. Kimsesiz kalmış ıslak bir kedi yavrusuydu korku. Minicik elleriyle okşadı, minicik yüreğinde ısıttı onu.
Sonra çelik zırhını kuşanıverdi oracıkta. Korkuyu çelik zırhının arkasına gizledi; orada bıraktı. Hassas bir çocuktu oysa ki; kırılganlığını zırhının arkasına gizledi. Gözyaşları arasında gülümseyebilmeyi, sohbetlere kaldığı yerden devam edebilmeyi öğrendi. Annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken kalp kırıklıklarını, kalbinin kırıklarını zırhının ardına sakladı ve orda bıraktı.
Yalnızlığı öğrendi sonunda...
Kalabalıklar içinde yalnız olmayı öğrendi, kendinde çoğalmayı... Yalnızlık paylaşılmazdı, paylaşılırsa yalnızlık olmazdı - öyle demişti şair -; ama paylaştığında bile yalnızlıktı onunki...Sabahlara sağ çıkabilmek için kendini yalnızlığına sığdırdı. Yalnızlığında yaralarını kendi kendine sardı. Yalnızlığıyla birlikte yaşamaya alıştı; pencerenin önünde, annesiyle kardeşinin eve dönmesini beklerken yalnızdı...
Sekiz yaşındaydı ve öyle kaldı. Sekiz yaşındaki gözleriyle baktı dünyaya; merakla, hayretle ve hayranlıkla. Afacan, herşeye burnunu sokan yerinde duramayan. Dünya yükünün altından böyle kalktı; en gizli hazinesini, kimsenin bulamayacağını bildiği için hep orta yerde bıraktı. Hiç pişman olmadı çocuk kalmaktan, sekiz yaşında olmaktan, oyunlar oynamaktan. Hayat dedikleri oyundan başka neydi ki zaten...
Böyle öğrendi hayatı; yağmurlu bir günde yalnızlığıyla oyunlar oynarken öğrendi ve hep gülümsedi. Hayallerinin omzuna başını koymuş ağlarken ve yalnızken gülümsedi. Çünkü hayata ve kendine gülebilmek en büyük erdemdi.
Sekiz yaşındaydı ve gülümsedi....
1 yorum:
Çocukluğun geçiş yaşlarıdır o dönemler. İlk bilinçlerimizin tohumlarını attığımız dönemler.
Yorum Gönder